Gerçekten Umutsuz Ev Kadınları

Türkiye’nin politik, ekonomik gündemini takip ederken sabun köpüğü gündeminden de uzak kalmamak gerekiyor dönünce kültür şoku yaşamamak için. Bunu da en iyi şekilde o sezon çıkan diziler sayesinde yapabiliyorsunuz. Yoksa birilerinin her daim konuştuğu şeyleri anlamayıp içinize kapanmanız ve insanlardan kopmanız an meselesi!!! Şaka bir yana insanın bağını koparmaması için arada bir dizilere bakması gerek.

Bu sezon Amerikan versiyonunu bildiğimiz Umutsuz Ev Kadınları çekilmeye başlanmış. Önce önyargıyla oturdum bilgisayar başına ama işin içine gıda konusunun ara ara serpiştirildiğini görünce merakla izledim ilk bölümü.

Öncelikle ilk dakikalardan arkadaşının “haydi hamburger yiyelim” lafına karşılık “olmaz annem sarma sardı” diyen bir genç görmek beni çok sevindirdi. Bunu diyen kaç genç kaldı ki büyük şehirlerde? Annesinin sarmasını daha çok sevebilmeyi kaç kişi başarabiliyor? Ne yazık ki ben de bir hamburger çocuğuyum. Haftasonları, tatiller, okul çıkışları derken çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın uzun dakikalarını bu hamburgerci masalarında geçirdim. Kapısından girdiğiniz anda sizi sarmalayan kızartma yağı kokusu, ince, parlak kağıdın altından parmaklarınızı gıdıklayan susamlı sünger ekmek, et kokmayan ve et tadında olmayan bir et, ağzınızda mayhoş bir şekilde yayılan yumuşak turşu parçası ve suyunu salmış domates dilimi, en sonda ise ağzınızda hala kalabilmiş boş köşeye doğru inatla ittirdiğiniz çıtır patates. Ne kadar leziz değil mi? O zaman tabi en ufak bir fikrimiz yoktu neden bu yemeklerden uzak durmamız gerektiğine dair. Yemek demeye bin şahit gerek bunlara; insan sadece doymak için değil tatmak, tada aşık olmak için de yer. Nerede hamburgerde o aşk? En fazla kendi gibi yalan olan kızartılmış patatese aşık olur, oradan bilir aşkı, tadı. Tencere kapak hikayesi.

Dizinin ilerleyen dakikalarındaki komşuların birbirine yemek götürmesi ile ilgili kısım ise takdirimi topladı. Yemek paylaşınca yemek oluyor, masa paylaşınca sofra oluyor. Eskiden bayramda, kandillerde, özel günlerde kase kase taşınırdı tatlılar hatırlıyorum. Babaannem de anneannem de tepsileri doldurur yollarlardı, komşular da aynı şekilde zilimizi çalardı. Annemle aşure yaparak bu geleneği yaşatmaya çalışıyoruz ama biz de çok başarılı olamıyoruz sanırım. Kimseye ulaşamıyoruz ki. Bir “merhaba” demenin bile lüks olduğu apartmanlar ne yazık ki geleneği de yemeği de unutturmuş durumdalar. İnsanlar kendileri için yemek pişirmiyor ki başkalarına pişirsinler. Herkes dışarıda yiyor. Özellikle lüks tüketim olan mahallelerde restoranlar hafta içi dahi kaynıyor, yağlı, tuzlu, kimbilir neli mönüler masalar arası taşınıp duruyor, garsonlar telaş içinde herkese yetişmeye çalışıyor, evlerde ışıklar akşam vakti artık eskisi gibi yanmıyor. Geleneği devam ettirenler ise tutucu diye hor görülüyor, hele ki bunu yapan bu dediğim mahallelerde yaşayanlardan biri olsun, o zaman kendisine uzaylı diye bakılıyor. İnsanlar birbirinden korkmakla uğraşırken paylaşmayı da çöpe atmış gitmiş.

Dizinin bence en can alıcı noktası çok çocuklu annenin çocuklar sussun diye onlara hamburger teklifi yapmasıydı. Şok şok şok! O an derin düşüncelere daldım gittim. Fast food kültürünün bu kadar kolay sokulmaması gerekiyor insan zihnine. Evet çoktan kaybettik insanları ama gene de her şeyin mesajını vermeye çalışan diziler biraz da bu konuda hassas olurlarsa sevineceğim. RTÜK gibi GYÜK yani “gerçek yemek üst kurulu” kurulsa da birileri bu tür dizi mesajlarına el atsa. Hiç çocuklara hediye olarak hamburger sunulur mu? Hiç hamburger özenilecek bir ödülmüş gibi gösterilir mi? Çocuklar dizinin ilerleyen dakikalarında ortalığı birbirine kattılar da ben de hamburger yemeyecekler diye derin bir oh çektim.

Gelelim gerçek yemek sevdalısı ev hanımına. Öncelikle böyle bir karakteri bu kadar olumsuz göstermeleri gene sinirimi bozdu. Kadın başka her konuda olumsuz olsa da yemek konusunda bir annenin yapması gerekenleri yapıyor ve bu yemek konusunun-her ne kadar gerçek ailelerde de böyle olsa bile- aile tarafından bu kadar aşağılanması gücüme gitti. Mis gibi patlıcan ve pilav var ve çocuk bunu ağır bir yemek olarak nitelendiriyor, üstüne de gidip hamburger yiyor. “Ya o yediğin ne evladım?” demek istedi içimde hortlayan çok bilmiş teyze. Evet bir kadının takıntılı, kontrol manyağı olmasını delik deşip edin, inceleyin, her şeyi yapın ama şu yemek konusuna karışmayın ey dizi yapımcıları, senaristler. Elimizden her değer yitip giderken bir tek yemek kaldı, o da tükendi tükenecek, kanının son damlalarını akıtıyor, lütfen o konuya artık olumsuz bir bakış açısı getirmeyin. İnsanlar neşe içinde yesinler şu güzelim Türk yemeklerini artık. Şu mutlu sofraları sadece Ramazan reklamlarında görmeyelim, dizilerde insanlar zevk alsınlar oturduklarında masaya, doya doya yesinler toprağın verdiklerini. Zengin fakir farketmiyor, insanlara yemekten zevk aldırın artık. Bir ekmek parçasında bile aşk bulunur o ekmek gerçek ekmekse.

Dizide dikkatimi çeken son nokta ise bu bahsettiğim annenin çocukları memnun etmek için zorla da olsa hamburgeciye gitmesiydi. Kadının oturuşundan bile orada ne kadar rahatsız olduğunu hissettim, iyi başarmışlar ama ne yazık ki günümüzde anneler çocuklarını çeke çeke götürüyor bu tür yerlere, üstüne de bir oturuşta hamburgerleri mideye indiriyorlar. Ne kadar güzel bir anne değil mi? Çocuğuyla uyumlu, ikisi de mutlu. Sen onu bir de midesine, damarlarına, çok merak edersen bir de toprağa sor. Toprak diyorum çünkü fast food sadece insanın midesini yakan, acıtan bir beslenme biçimi değil, aynı şekilde toprağı da yok ediyor, kaynakları tüketiyor. Nasıl mı? Gelin inceleyelim…

Hamburger ekmeği: Kimyasallarla monokültür yapılan tarlalarda buğdaylar sıra sıra dizilip, sıra sıra hasat ediliyor. Buğdayın bütün gerekli yerleri itinayla ayıklanıyor geriye bembeyaz, “tertemiz” özü kalıyor. Ona basıyorlar koruyucuyu -ne de olsa aylarca dayanması lazım, veriyorlar yuvarlak şekli, iki de susam atıp süslüyorlar tepesini, oldu sana hamburger ekmeği. Soğuk sünger. Şeker tadını alıyorsunuz değil mi yerken? Bir de hafif ya, kandırıyor insanı da hafifletecekmiş gibi. O hafif olacak diye tarlalar gün geçtikçe ağırlaşıyor ama farkında değiliz ağzımızda kayıp giderken yumuşacık ekmek. Toprak can çekişiyor monokültür tarlaları yüzünden, oysa o çeşit sever, farklılık sever. Bizse kendimiz bile farklı olamıyoruz ki.

Hamburger eti: Biliyorsunuz et kokar aslında, ettir çünkü, bakterisi var, kanı var, pişse bile tadı da kokusu da kendine özgüdür, kalır. Yani kalırdı. Oysa hamburger eti hijyenik yeni dünyamızın icadı, kokusuz, tatsız et. Et yiyorsunuz da yemiyormuşsunuz gibi aslında. Nasıl yani? Ama bunu başarmak için ne çok çalıştılar kimbilir değil mi? Teknoloji harikası et ürettiler sırf bizim için. Gözlerimiz dolmalı. Koruyucular, kıvam arttırıcılar, hayvanlardan arta kalan kalıntılar bir araya geldi, köfte oldu. Hayvanlarsa telef oldu insanların gözü doysun diye. Ahlak da tat da bırakıldı bir kenara, mideler doymayı unuttu. Hamburger eti hamburger diye bir hayvan olsa ancak onun etine verilen bir isim tamlaması olabilir, gerisi hayvana küfür.

Turşu, domates: Turşu kurmak için ne gerekir? Limon, sirke, tuz, su? Artık koruyucu da gerekiyor biliyor musunuz, malum salatalığı birisinin koruması gerek. Kendi başına çok çelimsiz, çok savunmasız kalıyor turşu, zamana yenik düşüyor. Pardon ama zamana yenik düşmek zorunda değil miyiz zaten, hani doğanın bir parçası olduğumuz için falan normal değil mi? Ama doğru ya, insanlar kendileri zamana düşman kesilmişken, kendilerini koruyuculara yatırmışlarken, küçücük salatalığın lafı mı olur, o da özenir. Domatese gelince… Ah o eski domatesler, o sulu, capcanlı, kıpkırmızı domatesler nerede? “Şimdi uzaklardasın” diye şarkı söylüyoruz peşinden rakı masalarında ama mezelerimiz bile hazır, süpermarketten geliyor. Nerede mi o domates? Çiftçinin cebinde, sandığında, kesesinde işte ve biliyor musunuz kurudu kuruyacak. Biz hala en güzeli olsun, en düzgünü olsun diye seçerken tezgahlardan domatesleri, ataları, anaları yok olmak üzere. Tohumlar da “fast” artık, bir koyuyorsun hemen çıkıyor. O eski domatesler ise arkamızdan ağlıyor.

Kızarmış patates: Bir GDO masalı patatesin hikayesi. GDO deyince karizmatik duruyor, hafiften yabancı da bir isim, patatese de yakışıyor sanki. Bize bile yakışır zorlasak? Genetiği değiştirilmiş organizmalar… Amma karizmatik bir titr olur insanlar için!!! Dünyaya hükmettiğimizin kanıtı. Her şeyi başarabileceğimizin, her şeyi değiştirebileceğimizin örneği. Kendimizi kandırmaya devam edelim doğa karşısında. O bizi evirip çevirirken biz evcilik oynayalım mısırla, patatesle. Öyle patatesler yapalım ki kıtır kıtır kızarabilecek şekilde kesilebilsin. Öyle mısırlar yapalım ki kızgın kızgın pişsin, pişirsin patatesleri. Öyle insanlar yapalım ki kendi kendini yok etsin.

Kadın patateslere ketçap sıkan çocuğunu azarlıyor, koyma öyle zararlı şeyler diye. Ketçap nedir ki? Domates, tuz, şeker… koruyucu, tat arttırıcı varsa biraz da onlardan. En masum gene o kalıyor. Bence patlıcanla pilav yapmaya devam etsin umutsuz annemiz.

Durum vahim, anneler umutsuz, babaların adı yok, yemeklerin tadı yok. Bir dizimiz vardı o da mahvoldu demeyin, siz en iyisi gidip GDOlu mısırları patlatıp ekrana bakmaya devam edin. Ta ki “son tane” kalana kadar. Ama o zaman da reklam girer araya gene fark etmezsiniz.

Bu yazı Tarım, Yemek/Gıda içinde yayınlandı ve , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

2 Responses to Gerçekten Umutsuz Ev Kadınları

  1. Aşçı Fok dedi ki:

    Yine çok çarpıcı, yine doğrusu çok bir yazı…

  2. ev yemekleri dedi ki:

    Paylaşımınız için çok ama çok teşekkürler. Bu türde paylaşımlar bir çok konuda faydalı olmaktadır.

Yorum bırakın