Hakkımda

Tarımla ve doğayla tanışmam çok geç oldu aslında. İstanbul Kadıköy’de sokakların aralarında zamana yenilmeden ayakta kalabilmiş apartman bahçelerinde ne kadar keşfedebilirse bir insan doğayı işte o kadar! Apartmanlar, asfalt yollar, arabalar arasında kendime küçük dünyalar yaratırdım. Ama hiçbirinde doğa olmazdı.Yemek yemeyi bilen ama bu bilgiyi zamanla, giden yaşamlarla yitiren bir aileydi bizimki. Büyüdüm yemeklerin tadı damağımda, anıları uzakta kaldı.

İstanbul’un göbeğinde okudum Galatasaray Lisesi’nde. Boğaza bakan bahçeleri kapalıydı son sınıfa kadar, ne ağaçlara dokunabildik, ne uzaktan denize selam çakabildik. Son sınıf geldiğinde de zaten ders çalışmaktan ne kafa kaldırabildik ne kalp, anlamadık sahip olduklarımızı. Lise ikideyken bir fırsat çıktı karşıma ve soluğu ABD’de aldım.İstanbul’un insanı yutan büyüklüğünden kafamı çıkarma fırsatı buldum küçücük bir kasabada bir sene kalarak. Hayatımın en önemli dönemlerinden biri oldu burası, toprağı, gökyüzünü, ormanları tanıdım uçsuz bucaksız yollardan geçerken, ama anladım ki bu ormanlar yaşarken dünyanın her yerindekiler yok ediliyor sanki hepsi, bütün dünya bizim değilmişçesine. Yemek konusu ise beni mahvetti, şok etti. Fast food nedir, gerçekten nedir orada gördüm ve korktum!

Üniversiteye başladım Bilkent Üniversitesi’nde. Arkeoloji ve Sanat Tarihi yoldaşımdı. Çocukluğun inadını bırakmadım, sevdiğim bölümde okudum, mezun oldum. Ankara’nın tatları bambaşkaydı. Acımasız soğuklarında sıcak insanlar, bozkırda yetişmiş nice çiçekler tanıttı bana. Ama doğa gene eksikti, üç beş ağaçla penceremizi süslerdi sadece. Tarım ise İstanbul-Ankara arası otobüs camlarını.

Bir yaz günü TaTuTa’yı keşfettim iptal olan yaz planları sayesinde. Çanakkale’de Klan Çiftliği’nde kısa bir süre gönüllü çalıştım. Tarım nedir bilmiyordum, organik ne demek duymamıştım, aklım gidemediğim kazıda yollara düştüm Çanakkale’ye vardım. Gidiş o gidiş, bedenim geri gelse de ruhumu toprağa teslim ettim orada, şimdi farkına varıyorum. Domatese dokundum ilk kez, kırmızıyı yeşili kokladım oradayken.

Seneler, çiftlikler, inekler, çilekler… o kadar çok yere savurdu ki olan biten beni. İnsanı anlama adına sosyal antropoloji okudum, çiftçilerle çalıştım Manisa’da. Yalova’da Thuya’da gönüllü oldum gene TaTuTa ile, denize baktım uzaklardan, köpeklerle uyuyup kuşlarla uyandım. En güzeli ise Korfu Adası idi, gönüllü gidip gönülle döndüm oradan. Kivi agaclarinin gölgesinde atlara baktım, toprağa yattım bir ay gene bir çiftlikte. Çalıştım bir yandan, geçen seneler içinde bilgisayarlar, kağıtlar, dosyalar altında kaybolduğum oldu. Çeviri yaptım, konuştum, dinledim insanları toplantılarda. Ama anlayamadım o hızı ve telaşı, toprak hep çağırdı.

Evlendim, aşklandım, ikinci bir aile keşfettim bir yandan ama ev kuramadım koşturmaktan ve okumaktan. İçime öğrenme ateşi düşmüş bir kere, durduramadım kendimi, hep yolda oldum. Ama ne şanslıyım ki Karadeniz’i tanıttı ikinci ailem bana. Ve aradığım dost dolu masaları, güzel tatları başka bir pencereden gösterdi. İki ailem vardı artık kendiminkini kurmak için örnek alabileceğim.

Ardından yepyeni bir yola girdim toprağı dinlediğim için. Norveç’te UMB’de Agroekoloji masteri yapmaya başladım. Yol Norveç’te başladı İspanya’da ve Avusturya’da devam etti. Anadolu’da sonuçlandı tezim, toprağında canı, aşkı, nefesi bulduğum. Bir yandan araştırmalar, bir yandan günlük hikayeler, gece gündüz ilerliyorum doğru olduğunu bildiğim yolda. Sanat her zaman yanımda beni bırakmıyor, yazısız hiçbir anım geçmiyor, toprak kokusu ile uyuyup çiçek kokusuyla uyanıyorum şehirde bile olsam.

En son canımdan can verdim hayata, sorumluluklarım, planlarım, yapacaklarım arttı. Tohum peşinde koşarken kendim tohum attım hayata. Kök salması için temiz suya, temiz toprağa, temiz gıdaya ihtiyacı var her tohum gibi. Artık onu da kattım yoluma öyle devam ediyorum. Biliyorum ki çocukken sahip olduğum sofralara, mutfaklara, kahkahalara sahip olması yeşil bir dünyadan geçiyor. Ona yeşil boyaları vermekse bizden.

Selen Çağlayık Eloğlu

18 Responses to Hakkımda

  1. gulay dedi ki:

    Sevgili Selen,
    Bu gun ilk defa blogunu kesfettim, biraz gec oldu ama seni tekrar bulduguma cok sevindim.Parise mutlaka bekliyorum.
    gulay

  2. Aşçı Fok dedi ki:

    Yeni nesillere ibretlik olsun bu yaşam 🙂

  3. perlitci dedi ki:

    Selen merhaba,
    Yeni gördüm sayfanı…yazılarını…
    Arkeolojinin peşinden demek toprak seni de bu yöne çevirmiş…çocukluk inadı değil daha başka bişey bu..daha çözemedim nedenini….aynen ben de 10-11 senedir Çanakkale taraflarında ”Ekin sapı devrimi”ni gerçekleştirmeye çalışıyorum,arkeolojiden sonra…
    Çalışmalarının -maalesef ülkemizde bulunmayan- yaralı omasını dilerim..
    Görüşmek üzere…

  4. selencello dedi ki:

    Güzel dilekleriniz için çok teşekkür ediyorum, doğal gıdayı paylaşacağımız masalarda bir gün görüşmek, buluşmak, muhabbet edebilmek dileğiyle….

  5. Tezer Olcayto dedi ki:

    SELEN’CİĞİM,
    GSL’ Lİ BİR AĞABEYİN OLARAK, KENDİNİ TANITAN BİLGİLERİ OKUYUNCA ÇOK ETKİLENDİM. ANCAK MERAK ETTİĞİM BİR KONU ŞU OLDU, NEDEN BU KADAR KOŞTURMA? SONU YOK BU KOŞTURMANIN. ARTIK YERLEŞİK BİR DÜZENE GEÇİP ÇOLUK ÇOCUĞA KARIŞMAK VE BELKİ BİR ÇİFTLİK EVİNDE BU BİRİKİMİNİ DEĞERLENDİRMEK DAHA CAZİP OLMAZ MI? HİÇ SEYAHATLERDE VE YOLLARDA GEÇEN ZAMANI TOPLAYIP DEĞERLENDİRDİN Mİ? YANİ BİR YERDE KAYIP ZAMANI? BAŞARILARININ DEVAMINI DİLİYORUM. TÜRKİYE’DE DE BİR PEYNİR FESTİVALİ ORGANİZE ETMEK İSTEDİĞİNDE YARDIMCI OLABİLİRİM. SEVGİLERİMLE TEZER OLCAYTO.

    • selencello dedi ki:

      Haklısınız, ben de hissediyorum artık bu koşturmanın fazla olduğunu. Okulum biter bitmez yerleşik düzene geçmeyi düşünüyorum zaten, umarım okuduklarım, gördüklerim o zaman bir fayda edecek 🙂 İyi dilekleriniz için çok teşekkürler.

  6. nuray dedi ki:

    Merhabalar Selen,
    tanıdıklarından değil, yeni okuyucularındanım. Bence yaşadıkların kayıp zaman sayılmaz, birilerinin gezebilmesi ve tecrübelerini doyumsuzca paylaşabilmesi çok güzel.
    Hayatta herşeyin gönlünce olması dileklerimle,
    nuray.

  7. Gün dedi ki:

    Selen,
    Yolun guzel bir yol.
    Onu nasil yasadigini, algiladigini kelimelere dokmek tarzin da, bir o kadar guzel.
    Ögrenmeye surekli devam etmen, attigin adimlardan keyif alman ve onlari bizlerle paylasmaya devam etmen dilegi ile..
    Gün ARUN

  8. Arda Tay dedi ki:

    Selen merhaba,
    Hayallerinin peşinden gidebilme cesaretine şapka çıkarıyorum. Bu arada bizi bilgilendirdiğin için de teşekkürler. Türkiyede “organik” sertifikası’na pek güvenilebileceğine inanmıyorum doğrusu; hükümete yakın insanlığa uzak birileri kurdukları sertifikasyon şirketinden para kazanırken ufak bir araştırmaya harcama yapmayı gereksiz buluyorlardır, eminim. Ancak senin gibi idealistler bir şeyleri değiştirebilir, bu da onlarca yıl alacaktır. Sevgiler…
    Arda Tay, GSL 123 Devresi

  9. selencello dedi ki:

    Arda Agabey cok tesekkurler desteginiz icin, keske bu konular hakkinda bir merkezimiz olsa, bilim insanlarimiz yetisse ama daha bekleyecegiz sanirim.

  10. Bakiye ALTUNBAŞ dedi ki:

    Selen merhaba o kadar çok mutluyum ki seni tanıdığım için 🙂 önceleri yaptıklarına bakıp hoşnut kalıyordum şimdi hayatına vakıf oldum sayende ayrı bir mutlu oldum 🙂 çok hayran kalıyorum senin yol arkadaşın olmak istiyorum seninle yollara düşmek aşık, aşık ile muhabbette kalmalı bence 🙂 toprağa karışmak kokuyu paylaşmak tatları had safaya çıkarmak için …..

  11. Merve Tiryakioğlu Tümerk dedi ki:

    Siteyi şu an keşfettim, gurur duydum.Yemek yapmak, besinleri özenle seçmek, asla fast food yememek benim de hayat tarzım. Bundan sonra yazılarını da çalışmalarını takip edeceğim..:)
    Sevgiler.
    Merve Tiryakioğlu Tümerk (135)

  12. yol izi dedi ki:

    birbirine fotokopi çeker gibi yaşanan hayatlardansa farklı yollara giden, öğrenen, zorlanan, değişen insanların yolculuklarını okumak çok daha yol gösterici… iyi yolculuklar selen…

  13. Gizem Tutku Nurfer dedi ki:

    Sevgili Selen ,

    Doğal kozmetik yapımı ile ilgili araştırmalar yaparken bloguna rastladım . Tecrübelerini ve samimiyetini paylaştığın için teşekkür ederim . Yolun açık olsun , sevgiler…

  14. Nihat Çetin dedi ki:

    Selen Hn.
    Maria Sibylla Merian hk.da gezinirken bloğunuzun başlangıç iki yazısını okudum hızınıza yetişmek ne mümkün… Ülkemizin ve dünyanın belli başlı, temel gıda sorununun üretim safhasının bir bölümünü duya duya ve doya doya yaşadığın anlaşılıyor. Ancak bu sorunlar okyanusunda bu ufacık bir damla, uzunca bir zincirin ise tek bir baklası özetle tohumun ürüne dönüşme evresi.

    İşin en zor olanı bu ürünlerin isteyenin eline rahatlıkla ulaşması…

    Üretici gözü gibi baktığı, pek çok şeyden feragat edip gününü, haftasını, ayını, sezonunu, mevsimini, yılını ve onların getirdiği normali ve normalin dışı sürprizlerine hasrettiği tohumdan ürüne dönüştürdüğünden beklentilerini acaba karşılayabiliyor mu?

    Gönül isterdi ki, bunca uğraşma ve didinme karşısında alabilsin…

    Üretici, ömrünün tamamını tohumdan/ürüne evresine teslim etmiş bırakmış.

    Bundan sonraki,

    Gıda güvenliği adına

    Ülkenin hal yasasına,

    Kabzımala

    Onun üretildiği yerden alınıp ilçeler, iller, büyük iller ve metropoller denilen kocaköylere taşınması işine… Üreticinin de tüketicinin de ağladığı, ağlaştığı yer işte burası. İşte burası kanun ile yasa ile korunan ama denetlenebildiğinin yakından takip edilebildiğinin imkanı bulunmayan bir kısmı. Kimse burayı şeffaf bir hale getirmiyor, istese de getiremiyor. Burası üreticinin esir alınıp tüketicinin mahkumiyete uğratıldığı tek yer.

    Gün geçmiyor ki, mikrofonu eline alan, kamerayı omzunda taşıyan ekipdaşı ile buralara şöyle bir uğrayıp gerçeğe ayna tutmaya çalışıyorlar ama, ülkenin kanun yapıcıları nedense bu kangren olmuş soruna pek eğilecek gibi görünmüyorlar.

    Elekle su taşınırmış gibi yapılınca da üretici de, tüketici de ağladıkları halde gülenlerinin ekmeğini biri yağ biri de bal sürmeye devam ediyorlar ve etmeye de devam edecekler gibi görünüyorlar.

    İnsanı yüreğinden yakalayan yazılarının devamı dileklerimle.
    Esenlikler içinde…

    Nihat Çetin/Balıkesir
    nihat20cetin@gmail.com

    • selencello dedi ki:

      Merhaba Nihat Bey
      Blog hakkindaki guzel sozleriniz icin cok tesekkur ederim, begendiyseniz ne mutlu bana. Dediklerinizde cok haklisiniz, gida sistemi cok karismis ve ureticiyi tamamen saf dşsi birakmis durumda, urunler elden ciktiktan sonra ureticiyle alakasi kalmiyor. Uretici her taraftan zincirlenmis durumda. Bir gun ugras verenlerin sesleri daha yuksek cikacak ve bu sistem de copte yerini alacak diye umut ediyorum.

Yorum bırakın